31 Ağustos 2012 Cuma

Riga...

Yolculuğumuzun ikinci durağı Riga'ydı.Kimine göre bu üç Baltık güzelinin en güzeli Riga,kimine göre Tallinn'di.Benim favorim Tallinn'di.Belki bizim Riga'da çok fazla yağmura yakalanmamızda seçimimi etkilemiş olabilir.Evet, gelelim Riga'ya.Öncelikle müthiş güzel kuzey kızlarından bahsetmeden olmaz.Hepsi birbirinden güzeller ve çok az güneş yüzü gördükleri için mermer gibi pürüzsüz parlak bir ten,uzun bacaklar ve son moda kıyafetler içinde her biri manken gibi arzı endam eylemekte.Ben bu boyumla pigme gibi kaldım ve İskandinavya'daki gibi sinir oldum...:)) Bizim Türk erkeklerinin Riga'da cirit attıklarını da hemen belirtelim...:))


Riga 1201 yılında kurulan eski bir şehir.Letonya ping pong topu gibi asırlar boyu farklı milletlerin arasında gidip gelmiş.1201'de Riga'ya gelen Almanlar 400 yıl kadar bir süre yerleşik düzene geçtikten sonra Letonya'yı Polonyalılara,onlar da İsveçlilere kaptırmışlar.Ardından Rusya girmiş sıraya.Bağımsızlıklarını ancak 1918'de elde edebilmişler.Ama tadını çıkaramadan bu sefer Naziler gelmiş.1944'de de Sovyet ordusu Letonya'yı tekrar işgal etmiş.Nihayet 1991'de Sovyetlerden ayrılıp 2004 yılında da  Avrupa Birliği'ne girmişler.

Riga'da eski şehir merkezinde 150'nin üzerinde mimari anıt var.Belediye Meydanı'ndan (Ratslaukums) yürümeye başladığınızda önce üstte resmini gördüğünüz Blackheads Binası alıyor gözünüzü.Onun biraz ilerisinde Aziz Peter karşılıyor sizi.Asansörle kilisenin tepesine çıkıp Daugava Nehri'nden Baltık Denizi'ne kadar şehrin nefes kesen manzarasının tadını çıkarabilirsiniz.Reval Hotel'in 26.katındaki Skyline Bar ve Televizyon Kulesi de Riga'yı görebileceğiniz yüksek noktalardan.Dome meydanı şehrin tam orta yerinde bulunuyor.1211 yılında inşa edilen Dome Katedrali de burada.Şehir mimarlar için bir vaha.Jugendstil de dedikleri Art Nouveau yapı tarihe meydan okurcasına tüm Riga'yı süslüyor.

Liv Meydanı'na geldiğinizde şu anda konser salonu olarak kullanılan, Büyük Lonca ve hemen yanında Küçük Lonca binalarını göreceksiniz.Eski şehirdeki Üç Biraderler en eskisi 15.yy'dan kalma eski Riga evlerinin en güzel örneklerinden.Riga, Noel zamanı tam bir hayal alemiymiş, ben merak ettim sizin de aklınızda olsun.
Alışveriş için yine amber,keten örtüler,çikolatalar,black balsam (içki) ve votka düşünebilirsiniz.
Letonya mutfağı denince akla domuz,patates ve krema geliyor.Black balsam'ı kahve dahil her şeye katıyorlar.Efsaneye göre Rus kraliçesi Katerina'nın rahatsızlığına bile iyi gelmiş...
Ekstra gezi olarak biz kendimiz Jurmala'ya gittik.Deniz kıyısında küçük sevimli bir yer.Letonya'nın sayfiye bölgesi diyebilirim.Mevsim müsait denize girebilirim diye düşünmeyin, biz su buz gibi olduğu için giremedik,aklınızda bulunsun...:))


Yine ekstra bir başka güzergah Sigulda idi.Sigulda kalesi,Gutman Mağarası ( küçücük bir oyuk mağara demeye şahit lazım)Turaida Kalesi ve müzesi.Ben bu ekstraya katıldım ama değmeyeceğini hatırlatırım.Gördükleriniz sizi hayal kırıklığına uğratacak kadar önemsiz benden hatırlatması...Pazartesi Tallinn yazısında buluşmak üzere güzel bir hafta sonu diliyorum...

28 Ağustos 2012 Salı

Baltık Gezisi Vilnius...


Bu yaz  Schengen vizemiz var, bunu değerlendirelim mantığı ile Baltık Gezisini gözümüze kestirdik.Geçen yıl İskandinavya Fiyordlar'ı gezip kuzey ülkelerine hayran kaldığımız için, bu yıl güzergahı sıcaklarıda dikkate alarak Baltıklara çevirdik.İlk olarak Air Baltic Havayolları ile Riga'ya uçtuk.Üç saatlik bir uçuşun ardından saat 18:30 da Riga'ya vardık.Bizi bekleyen tur otobüsü ile Yaklaşık beş saat süren Vilnius'a yola çıktık.


Gece otele vardığımız için, geziye ertesi gün başladık.Vilnius Baltık ülkeleri arasında en küçük, en kolay gezilebilecek şirin bir şehir.Hava yaz mevsiminde olmasına rağmen, serin ve zaman zaman yağmurlu idi.Montlar bütün gezi boyunca bize eşlik etti.İkinci gün kahvaltının ardından, hem kendi rehberimiz ve hemde yerel rehber ile şehri gezmeye başladık.Vilnius'ta 1200'den fazla Ortaçağ dönemine ait yapı ve 48 adet büyük kilise bulunmaktadır.Neris nehri kenarında 1323 yılında kurulan Vilnius şehrinde görülecek yerler Katedral Meydanı,Gediminas Kulesi,Gediminas Heykeli,Şafak Kapıları,St Peter ve St Paul Kilisesi ve Amber galerisiydi.
Bu güzergahları gezdikten sonra, şehri tepeden gören Subacius Tepe'sine çıktık.Serbest zaman için Trakai Turuna katılıp, Ayhan Sicimoğlu'nun kulaklarını çınlattık.Çünkü  Tv'de gezi programında Trakai turuna mutlaka gidilmesi gerektiğini hatırlatmıştı, bizde bu güzargahı atlamayıp bu tura katıldık.İyi ki katılmışız bence Vilnius'un en güzel yeri burasıydı.Vilnius'a 29 km uzaklıktaki Trakai'de,15.yy'da Galve Gölü'nün ortasındaki bir yarımadaya inşa edilmiş Trakai kalesi ve müzesi'ni gezdik.Bir çok gölün bulunduğu,tepelerin ve ormanların arasında konumlanan bir doğa harikası Trakai,Karaites olarak adlandırılan bir Musevi Türk etnik grubununda evi olarak kabul ediliyor.Bugün halen Trakai'de yaşayan ve yaklaşık 300 kişi kalan bu etnik grup,Litvanya'ya 14.yy'da Crimea'dan Büyük Dük Vytautas'ın savaşçısı olarak getirilmiş.Bu bölge uğur getirdiğine inanıldığı için gelin ve damatların nikah sonrası ziyaret mekanı..:))


Müzeyi gezerken işkence aletlerini denemeden olmazdı, oğlum ve rehberimiz..:)) Vilnius tarihi hakkında uzun uzadıya bilgi vermeyeceğim açıp her yerde bulabilirsiniz.
Aslında o kadar küçük bir şehir ki, ufak bir kaç detay ile devam edeceğim.Bu şehir Avrupa'nın küçük başkentlerinden, 600 bin kişi yaşıyor.Sokaklar terk edilmiş gibi bomboş.Eğer hareketli yerleri severim diyorsanız burada hayal kırıklığına uğrarsınız.Son derece sessiz ve sakin bir şehir.Ulusal Filarmoniye meraklıysanız mayıs ayının sonunda Vilnius Festivali başlıyor.Temmuz ayında ise caz festivali var.Fransız büyükelçiliği'nin yanındaki Cafe de Paris sanatçıların ve şehirde yaşayan yabancıların tercih ettiği bir kulüp.
Litvanya mutfağı biz Türkler için ağır ve yağlı.Et ve patatesten yapılan Cepelinai isimli bir yemekleri var.Şiş kebaba şaşlık diyorlar.Ringa balığı ve mantarıda mutfaklarında sık sık kullandıklarını söyleyebilirim.
Vilnius Havalimanı tarihi şehir merkezine 5 km mesafede.Baltık ülkelerinin hepsinde olduğu gibi burada da amber ürünleri mevcut.Takıdan,satranç takımına kadar her çeşit amber ürününe rastlayabilirsiniz.


Vilnius çok kolay ve çabuk gezilecek kadar küçük bir şehir.Yarın Riga gezimizden bahsedeceğim.Ben bu ülkeleri gördükten sonra size şu tavsiyede bulunabilirim.Eğer Baltık gezisi yapacaksanız ve Helsinki'yi görmediyseniz güzergah olarak Helsinki-Riga-Tallinn turunu tercih etmeniz.Çünkü Vilnius çok küçük bir şehir ve görmemek bir şey kaybettirmez...:)) Bu benim naçizane fikrim tercih size kalmış...Yarın Riga gezisinde buluşmak üzere..:)) İki arada bir derede yazıyı tamamladım, kusurlarım var ise affola..:))

27 Ağustos 2012 Pazartesi

Yaz Keyfine Devam...

*Küçük Şeylerin Tanrısı (Arundhati Roy)
Beğenerek ve zevkle okuduğum kitaplardan biriydi.Önce ağır bir tempo ile başlayıp, giderek seni içine çeken bir roman Küçük Şeylerin Tanrısı.Bazı kitaplar vardır, insan okuyunca uzun süre etkisinde kalır ve bellekte mutlaka bir iz bırakır.Bu kitap benim için öyle bir kitaptı.1960’ların Hindistanı’nda geçen roman, katı kast sisteminin hüküm sürdüğü ülkede yaşanan bir yasak aşkı konu alıyor. Farklı zaman dilimlerine geçişlerle örülen öyküde Hindistan’ın dönemsel portresi başarıyla çıkarılıyor.Abartıdan, yapaylıktan uzak, ama yaşanan  acıyı çok iyi anlatan bir romandı, kesinlikle tavsiye ederim...



*A'mak-ı Hayal ( Filibeli Ahmed Hilmi)
Romanın çerçeve hikâyesi, başkahraman olan Râci'nin hayata dair sorularını cevaplamak istemesini anlatır.  Her ne kadar birçok farklı bilim, felsefe ve inanç ile sorularına cevap aramışsa da bu kültürlü genç bir türlü tatmin olamaz. Bu ruh haliyle bir gün mezarlıkta karşılaştığı Aynalı Baba'dan çok etkilenir. Aynalı Baba ile düzenli olarak buluşurlar ve her buluşmalarında kahve yapıp içtikten sonra, Aynalı Baba ney üflemeye başlar. Bu ney sesiyle Râci dalar ve hayaller görmeye başlar. Her hayalde çok farklı bir dünya ve durumda bulur kendini. Herkesin içinde bir miktar kendini bulabileceği bir kitap...:))
*Bulantı ( Jean-Paul Sartre)
Sakin ve sessiz bir ortamda okunacak kitaplar serisinden diyebilirim.Sindire sindire okumak gerekir.Zira elinizi bir masanın üzerine koyup da, sizden bağımsızken ne kadar da anlamsız olduğunu düşündünüz mü bilmem, ama bu roman düşündürüyor...:))

* Bit Palas ( Elif Şafak)
İlk defa bir Elif Şafak kitabını, hiç ama hiç beğenmediğimi söyleyebilirim.Bütün kitaplarını okuduğum bir yazar ama bu kitabı gerçekten bende hayal kırıklığı yarattı.Bazı karakterler çeşit olsun diye romana sokuşturulmuş diye düşünmeden edemediğim, ama beni kitap yazmaya yüreklendirdiğini itiraf edeceğim bir romandı..:)) Üzülerek zaman kaybıydı diyebilirim...


* Çocukluğun Soğuk Geceleri ( Tezer Özlü)
Cesurca kaleme alıp, eğip bükmeden söylemiş söyleyeceklerini Tezer Özlü...Ara ara açıp okuyacağım,eksiği olmayan bir kitap...

* Suskunlar ( İhsan Oktay Anar)
Ben İhsan Oktay Anar'ı yazarlar arasında farklı bir kategoriye koyuyorum.Yazarın dönem hakimiyeti, önünde saygıyla eğilecek cinsten.Nasıl bir hayal gücü ve nasıl bir dil zenginliği, tanımayı en çok arzuladığım yazarlardan biri...:)) Kitap musikiden, tasavvuftan, aşktan, hayaletlerden ve daha pek çok konudan örülü bir masal adeta...Yalnız dikkatle okunmalı, çünkü çok sayıda roman kahramanı var ve hepsi birbiri ile bağlantılı.Aslında adeta bulmaca çözer gibi okuyorsunuz...:)) Bu günler de yeni kitabı Yedinci Gün raflarda yerini aldı.Onu da alınacak kitap listesine şimdiden ekledim bile...
* Kış Günlüğü ( Paul Auster)
Okurken kendi çocukluğumun kış günlerini anımsamaya çalıştım.Değişik bir Paul Auster kitabı.Kolay okunan, ama daha çok size kendi çocukluğunuzu gençliğinizi düşünmeye zorlayan bir kitap gibi geldi ,yada bana öyle geldi.Kitabın en çok beğendiğim yanı, halen evli olduğu karısına olan aşkı.Nasıl bir hayranlık bunca yıl evli ol ama ilk gün gibi sev.Karısı bu kitabı okuduğunda yerden göğe doğru uçuşa geçmiştir herhal...:)) Bizim Türk erkeklerine şiddetle tavsiye edebileceğim bir kitap..:))

24 Ağustos 2012 Cuma

Yaz Keyfim...

Dün, tatilde bol bol kitap okuduğumdan bahsetmiştim.Kimi kitapları bavula doldurup kendim götürdüm, kimileri ise arkadaşlarımdan elime geçen kitaplar oldu.Bazılarını yaz mevsimi için ağır bulurken, bazıları su gibi akıp gitti.İşte okuduğum liste;

*Ağlayan Dağ Susan Nehir (Ayşegül Devecioğlu)
Sonsuza dek yeryüzünde dolaşıp dursunlar,
geceledikleri yerde ikinci kez konaklamasınlar
su içtikleri kaynaktan ikinci kez içmesinler,bir yıl içinde
aynı nehirden iki defa geçmesinler.


Çingene laneti ile başlayan ve çingeneleri anlatan bu roman, başlangıçta beni sarmıştı, fakat yazarın bitmek bilmeyen tekrarları yüzünden kitap bir süre sonra çekilmez olmaya başladı.Yazarın seçtiği roman konusu ilginç olmakla birlikte, dil de yapılan sık tekrarlar okuyucuyu maalesef bunaltıyor.Önerim bunu bilerek okumanız..:))

*Bazuka (Murat Uyurkulak)
Murat Uyurkulak'ın daha önce çeşitli yerlerde yayımlanmış olan öykülerini topladığı incecik bir kitap Bazuka.
"İnsan çocukken büyük bir saadet ülkesinde yaşıyor. Sağa sola şuursuzca koşturup neşeyle kişniyor. Sonra büyüyor, büyüdükçe salaklaşıyor, salaklaştıkça unutuyor o mesut diyarı, bir nevi ölüyor. (...) Yetişkinler zombilere benziyor." (sf.75)



Aslında Tol ile başlamak isterdim ama elime bu kitap geçti ve yazarın ilk bu kitabını okudum.Tol, Mahir Günşıray tarafından oyunlaştırılarak Tiyatro Oyunevi topluluğunca sahnelendi. Almancaya çevrildi ve son 10 yılın en iyi romanları arasında ilk sıralarda gösterildi. Tol ve Har'ı okuyup yazar hakkında daha net konuşabilirim, ama bu kitabı severek okuduğumu söylemeliyim.


* Sevilen ( Toni Morrison)
Toni Morrison'ın 'Sevilen' adlı romanı, Amerikan edebiyatının son 25 yılda yayınlanmış en iyi yapıtı seçilmiş.1988 yilinda Pulitzer Edebiyat Ödülü’nü kazandiran bu basyapit, Amerika ic savasini izleyen yillarda Ohio’da geciyor; Sethe ve ailesinin cevresinde dönüyor.

Köleligin, sağ kalanlar üzerindeki acimasiz etkilerinin, sebep oldugu  travmalarin kasvetli bir portresi.Güzel bir romandı ama zamanlamam kötü idi, ben de kasvet, kitapta kasvet biraz zorlandım açıkçası...:))

*Satranç (Stefan Zweig)

Uzun süredir okumak istediğim ama ince olduğu için hafife aldığım bir kitaptı.Tabi ki yanılmışım.
Stefan Zweig, Satranç metaforunun ardına bunalımını, bir dönemin stratejilerini, baskının beyni üzerindeki oyunlarını gizlemiş. Ustalıkla kaleme alınmış ve 71 sayfalık harika bir eser yaratılmış.

*Bir de Baktım Yoksun (Yekta Kopan)

Yekta Kopan sevdiğim bir yazar, keza televizyon programlarını da ilgiyle izliyorum.Baba-oğul ilişkisi ve pişmanlıklar üzerine naif bir dille yazılmış bir kitap.


Yaz için rahat ve keyifle okunacak bir kitaptı.Kitapta yazarın ilgi duyduğu ressamlar,müzikler ve yazarlarda zaman zaman karşımıza çıkıyor...:))

*Beni Asla Bırakma ( Kazuo Ishiguro)

Harika bir kitap daha.Kitabı okudum yetmedi derseniz, filmini de izleyebilirsiniz.Kitabı alırken kapak biraz ürkütse de yazarın seçtiği konu ilginç olduğu için sizi alıp götürüyor.Adı aşk romanı gibi çağrışım yapsa da ilgisi yok, hatta bilim kurgu filmi izler gibi okuduğumu belirtmeliyim.


Konusundan hiç bahsetmeyeyim heyecanı gider, siz en iyisi okuyun derim...:))

Daha bir yığın kitap var, haftaya devam diyor ve iyi  bir hafta sonu diliyorum...:))

23 Ağustos 2012 Perşembe

Selam....

21 Haziran'da tatil diyerek yazılarıma ara verdim, o günden bugüne yaz için yapılan planların hiç biri tutmadı ve kendiliğinden gelişen bir yaz yaşadım, kısaca hayatın akışına bıraktım kendimi.Bu iki aylık süreç içerisinde tabi ki tatil yaptım, ama ağırlıklı olarak zamanımı yazlıkta geçirmek zorunda kaldım.Babamın yıllardır devam eden Alzheimer hastalığı ilerleyince, annemi yalnız bırakmaya gönlüm el vermedi.Ona destek olmak amacıyla yanında kaldım.Hastalığı bire bir yaşayınca, yaşlanmanın nasıl da ürkütücü olabileceğine tanık olup, bizi nelerin beklediğini  düşündüm.Üstelik, genetik olarak bu hastalığa yakalanma riskim olduğunu hesaba katınca, bu yaşlarda kendimize bakmanın önemini bir kez daha anladım.



Yazlık evimizde internete ulaşmak her zaman mümkün olmadığı için düzenli blog yazma şansımda olmadı haliyle.Ben de bol bol kitap okuyarak vakit geçirdim.İnternet yok,televizyonu yazın izlemiyorum,telefonu bir kenara attım, kısaca deniz,güneş,doğa ve kuş sesleriyle dolu sakin, ama sıkıntılı bir yaz geçirdim.Bu arada, 8 günlük Baltık gezisi ile Riga,Vilnius ve Tallinn'i görme şansım oldu, onu ayrıca detayları ile açıklayacağım.Blog yazmayı ve yazan diğer arkadaşların yazılarını okumayı özlemişim.Yarın okuduğum kitaplar var sırada...:))
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...
Related Posts Plugin for WordPress, Blogger...