Öncelikle daha önce Coetzee okumamanın verdiği bir utançla başladım, Utanç'ı yazmaya.Bolca düşündüren,sürükleyici etkileyici bir romandı.Bilim dünyası zihni farklı etkileyen 10 roman arasında sıralamış Utanç'ı.Bunu okuduktan sonra öğrendim, ama sizi kitabı okurken düşündürdüğü bir gerçek.Yazarımız Güney Afrika, Cape Town doğumlu.Olaylarda Güney Afrika'da geçiyor.Güney Afrika gerçeğini, beyazların tarafından anlatan bir roman.Utanç, insan olmanın ne anlama geldiğini arayan bir roman.
İki kez evlenip boşanmış, bir kız babası olan, elli iki yaşındaki Profesör Lurie'nin öyküsünde, hem siyasal hem de kişisel dönüşümler, değişimler yaşayan sancılı bir toplumun insanını tanıtıyor. Bir kız öğrencisiyle girdiği ilişki sonucu okulundan ayrılmak zorunda kalan Profesör Lurie'yi arkadaşları dışlıyor, eski karısı da alaya alıyor. Lurie, kızı Lucy'nin çiftliğine sığınıyor, elinde kalan tek insancıl ilişki kızı ile olanıdır. Lucy'nin koşullarına ve ırk ayrımının yeni boyutlar aldığı bir topluma uyum sağlamak yolunda inançsızca sürdürdüğü çabaları, bir öğle sonrası kızıyla birlikte yaşadığı vahşi bir saldırıyla kesintiye uğruyor. Acımasız bir dürüstlükle yazan J.M. Coetzee, okura yumuşak bir roman sunmuyor, sert bir öykü anlatıyor, ama güçlü ve inanılmaz güzellikte, hem keyifli, hem kasvetli bir öykü.
Kitaptan alıntılar,
"Yaralar vardır hayatta, ruhu cüzam gibi yavaş yavaş ve yalnızlıkta yiyen, kemiren yaralar."
"Kimseye anlatılamaz bu dertler, çünkü herkes bunlara nadir ve acayip şeyler gözüyle bakarlar. Biri çıkar da bunları söyler ya da yazarsa, insanlar, yürürlükteki inançlara ve kendi akıllarına göre hem saygılı hem de alaycı bir gülüşle dinlerler bunları. Çünkü henüz çaresi de, devası da yok bu dertlerin. Tek ilaç şarap yardımıyla unutmaktır; afyonun ve uyuşturucu maddelerin sağladığı sahte uykudur. Ama ne yazık ki bu tür devalarında da etkileri geçicidir, acıyı kesecekleri yerde çok geçmeden daha da şiddetlendirirler."
Göçmüş Kediler Bahçesi”nde toplanan modern masalların her biri, insan ilişkilerinin bir biçimi üzerine odaklanır. Sözgelimi, yiyenin hiç yalan söyleyemediği çiçekleri arayan bir bilgini anlatan “Alsemender” masalı... Bu masal hakikat-yalan ikiliği karşında kişinin edinebileceği tutumları ve bu tutumların sonuçlarını öyküler. Yine bir başka masal, “Usta Beni Öldürsen E!”de Karasu usta-çırak ilişkisini ve bu ilişkiden doğan sevgi, gelenek, gelecek ve yaşam kurma hallerini anlatıyor. Bilge Karasu’nun yapıtları, aslında kendimizi ve ötekiyle kurduğumuz o kırılgan ilişkiyi ‘doğru düzgün’ görebilmek ve irdeleyebilmek için bakılması gereken en yetkin ayna belki de. Yarım yüzyılı devirmiş bu yapıtları tekrar tekrar okumanın vakti şimdi...
Umberto Eco, her ne kadar romancılığıyla daha ön planda olsa da, elbette roman yazmadan önce de sanatı, kültürel ve bilimsel tartışmaları gazete ve dergilerde yayımladığı yazılarla yönlendiriyordu. Günlük Yaşamdan Sanata, Eco'nun Antik Yunan'dan Ortaçağ'a, Rönesans'tan bilişim çağına uzanan derin birikimiyle göz kamaştıran bir kitap.
Umberto Eco, en çetrefil konuları her kesimden okurun kolayca anlayabileceği bir dille anlatır. Ancak ona özgü ironi, sanatın günlük yaşamın hemen hemen her alanıyla bağlarını kurcaladığı bu denemelere müthiş bir okuma keyfi katıyor: Ortaçağ, medya, gösteri kültürü, ölüm cezası, Coca-Cola... Çağdaş yaşamın tüm göstergeleri, Eco'nun hayranlık verici yorumlarıyla yeni değerlendirmelere açılıyor.
Sonuç, diğer Umberto Eco kitapları kadar etkileyici olmasa da, farklı bir bakış açısını deneyimlemek açısından okunabilir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder